
Birbirlerinde yok oluş ve varoluşları nefes ve ses gibi olan, duruş ve üslupları adeta tek vücut olan, birbirlerini gece ve gündüz gibi art arda gelip tamamlayan iki isim “Diriliş” ve “Sezai Karakoç”tan bahsedeceğiz inşallah bu yazımızda.
Çizdiği bu diriliş profiline kendi hayatıyla şekil veren Üstad, diriliş kavramını hayatına adeta nakşetmiş ve eserlerinde de bunu ilmek ilmek dokumuştur. Ardından bu kavramın kolay ve çabuk unutulmaması için bu davayı üstlenecek bir neslin tohumlarını etrafa saçmıştır. Diriliş neslinin tohumları bunlar. Bu tohumlar ki sürdürülen gelecek her türlü zorlu hava şartlarına direnerek baş gösterip filizlenecek ve ardından fırtına altında büyüyen ve gelişen ama köklerinden hiç ayrılmayan soluk ağacı düşünce tohumlarıdır.
Bizlere bunun nasıl mümkün olacağını şu sözlerle açıklıyor Üstad: “Hakikate bürünmeyle ilgisini kesmemiş bir uygarlığın her zaman için kurtuluş ümidi vardır. Yeter ki bu bölünmüş bir maya gibi kullanılabilme gücünü gösterebilsin. Bunun gerçekleşmesi ise ancak bir inanç etrafında toplanmış samimi ve güçlü bir avuç insanı yaşayan kesmeden aldıkları bir ödül ruhlarının güvenli bölgesinden gelen soluklarla büyütmesi sonra onu toprağa dikilen bir filiz gibi dış şartların etkisiyle savuşmaya bırakması, savaşa savaş gelişen bu filizin köklü bir ağaç olması ile mümkündür.”
Bu kutlu davayı sırtlanan bütün büyük dava adamları gibi o da büyük zorluklarla mücadele etmiş, gecesini gündüzüne katarak bir nesil yetişmeye çalışmıştır. Nitekim kendisi de bu yolda hapis cezası almış, hatta sürgün ile gönderilmiştir ama bu zorluklar onun fikrini bilememiş aksine daha da güçlendirmiş, tefekkürünü artırmıştır. Hatta sürgün yıllarıdır Ankara’da “Sürgün Ülkeden Başkentler Başkentine” adlı şiiri kaleme almıştır ve bu düşünce ile adeta kendisine yenik düşmemiştir. Bütün zor şartlarda mücadele ederek diriliş nesli adını alan bir neslin yetişmesinde adeta tohum niteliğinde olmuştur. Diriliş adım adım iman adımlarının ardı sıra düşe kalka gelişmiştir. Bazen bir yetimhanede yetim bir çocuk olur, “Ölülerin 7 katlı karanlığında yürür müyüm” diye bir ses verir. Sana karşı duyduğu korkuyla kendini büyütmeye ve geliştirmeye adayan, düştüğü yere çoğul verip yapacak çoğum olur bilir misin?”
Hayatını İslam davasına adayan Üstad bu yolda karşımıza çıkacak zorluklar karşısında inananlar için her daim bir nuru iz vardır, diyor. Hz. Nuh’un izi... Bu iz seni “Kurtarıcı Gemiye” götürecektir diyor. O kurtarıcı gemi ki inanmayanları uyandırdıktan sonra inananlarla birlikte yola çıkan ve onları inkârın ve sapkınlığın bataklığından Cudi saksisine yeniden filizlenmek için yeni ve tertemiz bir şekilde bırakan nurlu bir izdir. Bizler ise bu yolculukta dünya köpüğünden kurtulmak için hakikat denizinin ve sonsuzluk ummanının üstünde hakikatin ve sonsuzluğun dalgalarının çocuğu olan bu köpükten yine hakikate ve Hakk’a simsiki sarılarak kurtulabiliriz.
Tekrardan ayağa kalkabilmek, yeniden uyanmak, namazına kalkınca yüzümüze çarptığımızda bizi dürten ve kendimize getiren o soğuk ve serin su gibi içimizde bulunan o asil sevgiyi kalbimizde hissetmemiz gerekli. Tıpkı Hz. Adem’in dünyaya gönderildiğinde kaybettiğini anladığı cennet gibi ama yeniden dirilişin o asil sevgiyi ve yönelişin Allah’a yaptığında, kalbini O’nun korkusu ve sevgisiyle doldurduğu anı bulduğu gibi.
Yazıma üstadın şu güzel sorusuyla son vermek istiyorum. “Ölüm öldürülebilir ama hiç diriliş öldürülebilir mi?”